Uzun süredir masamın üzerinde sürüncemede kalan Doğu Hikâyeleri ile Psikoterapi isimli kitabı bitirdim. Kitabı edinene kadar aldığım sayısız tavsiyenin üzerine büyük bir hevesle kitabı satın almıştım. Kitabı okuduktan sonra acaba o cömertçe tavsiye verenler bu kitabı gerçekten okumuş mudur diye düşünmeden edemedim. Tavsiye edenlerin ‘Şu şu sebeplerden dolayı biraz sıkıcı bir kitaptır…’ şeklinde şerh düştüklerine de şahit olmadım. Eğer böyle bir şey söylemiş olsalardı kendimi hazırlar, hayal kırıklığına uğramazdım.
Son zamanlarda hikâyeler ve masallar ayrıca dikkatimi çekiyordu. Bunun terapi içeriğinde kullanıldığı fikri beni çoktan cezbetmişti.
Almanya’da yaşayan İranlı bir terapistin Almanca kaleme aldığı İngilizceden Türkçeye çevrilmiş Doğu Hikayelerini terapi odasında nasıl kullandığını anlatıyor kitabında. Tercümenin vahametini belki de bu çevrilen dilden çevrilmesi arttırıyor. Çevirmenin bizim çok iyi bildiğimiz hikayeleri bile İngilizce metne sadık kalarak çevirmeye çalışması hikâyelerin komik duruma düşmesine sebep oluyor maalesef. Bunun yanına yayınevinin özensizliği ve edisyon hataları okumayı daha da güç kılıyor.
Peki her şeye rağmen niye devam ettim ve ciddi bir mücadelenin ardından nihayete erdirdim bu kitabı?
Psikoterapi seanslarında sembolleştirme sürecinin iyileşme için en önemli aşamalardan biridir. Danışanın çoğu zaman söze dökemediği, kendine dahi ifade etmekte zorlandığı meselesini sembolleştirerek ifade edebilir hale getirir. Mesela Kum Tepsisi Terapisini de çalıştıran temel motivasyon budur. Danışan hemen karşısında bulunan ilkel kabile sembollerinden tutun da çizgi film karakterlerine kadar hayatı geniş bir yelpaze ile karşılayabilecek figürlerden bir dünya kurar. Burada dil kazanımı öncesi döneme bir dönüş vardır. Danışan kurduğu dünyanın karşısına geçer ve kurduğu sahneyi seyreder. Belki de saatlerce uğraşıp anlatamayacağı meselesini kum tepsisi üzerinde bir bütün halinde inşa edebilmiştir. Burada diğer önemli husus danışan belkide ilk kez meselesini kendisinden uzaklaştırıp uzaktan bakabilme imkanını sağlamasıdır. Çoğu zaman meselemize gömülü halde buluruz kendimizi. Işıktan ve umuttan yoksun bu umutsuz hali kıracak gücü kendimizde göremeyiz. Oysa dışarıdan sizi gören birisi daha doğru bir bakış açısıyla değerlendirme yapabilecektir.
Diğer bir örnek olarak sanat terapileri verilebilir. Bir tuval karşısına geçilir ve danışana çağrışımlarını serbest bırakması istenir. Artık tuval ya da resim kağıdı önünde doğru veya yanlış diye bir şey yoktur. Sadece ifade bulan anlam vardır. Umulur ki kişi, meselesiyle ilişkili sembolik bir tabloya ortaya koysun. Yine mesele derdini kendinden uzaklaştırıp oradan seyretmeyi barındırır.
Hikayelerin terapi içeriğinde kullanılması da benzer bir işlev görür. Burada ek olarak şu durum da eklenebilir: hikayelerin yüzleştirme konusunda bir araç olması. Terapistin yüzleşme yaparken dikkatli olması gerekir. Hassas bir süreçtir. Ters tepebilir. Danışanı seanstan düşürüp incelikle kurduğu ilişkiyi yerle yeksan edebilir. Bu yüzden doğru zamanda ve doğru biçimde yapmak gerekir. Hikayeler bu riski durumu aşmak için iyi birer araçtırlar. Vermek istediğiniz mesajı öykünün içerisine yedirerek vermek, danışanın muhtemel direncini de kırmasına yardımcı olabilir. Bu anlamlı dolayım, terapist olarak söylemek istediğinizi ifade etmenize yararken, danışanın da kırılmadan öyküdeki karakterlerle özdeşim kurmak suretiyle meselesini anlamasına yarar.
Yazımızı malum kitaptan bir alıntı ile sonlandıralım.
‘Hikaye filtre işlevi görür. Danışan için hikaye, en azından geçici olarak onu çatışma yüklü savunma mekanizmalarından kurtaran bir sığınaktır. Hasta, hikâyeyle ilgili ifade ve yorumlarıyla, hikayenin aracılığı olmadan çıkması çok zor olan bilgileri verir.’(*)
(*)Peseschkian N., Doğu Hikayeleri ile Psikoterapi, s.37
Comments