Refik Halid Karay’ın Guguklu Saat adı altında topladığı mizah yazılarından oluşan kitabında Zabıta Haberleri isimli makale ilgimi çekti. Yazar, yazısına şöyle bir girizgâhla başlıyor:
‘Bence günlük gazetelerdeki en önemli kısım hırsızlık, yankesicilik, yaralama gibi olayların yer aldığı ve genelde birkaç satırla geçiştirilen olaylardır. Bu olaylara satır arasından bakmayı bilenler için düşüncenin zeminini, hikâyelerinin çıkış noktasını, mütalaa ve analizlerinin merkezini oluşturabilecek malzemeler vardır.
Şöyle bir düşündüm. Bugün okuduğum ve polisiye jargonda adi vaka etiketiyle normalleştirilen olaylardan biri aklıma geldi:
Bir gece evinde sıcak yatağında uyurken, yan odadan gelen seslere uyanıyorsun. Gözlerin yarı açık, yarı kapalı uykundan henüz tam uyanamamışken, rüya mı gerçek mi olduğunu ayırt edemediğin bir anda karşında, yüzü maskeli, elinde güç bela kucakladığı senin henüz ilk taksidini ödediğin plazma televizyon var. Hırsızla karşı karşıyasın. İlk anda ikinizde panikliyorsunuz. Hırsız, kaçmak için hareketlenirken elindeki plazma küt diye düşüyor evin fayans zeminine. İçin acıyor. Bir yandan en mahrem alanın ihlal edilmiş, bir yandan da can ve mal güvenliğin tehlikeye girmiş. Plazmayı elinden düşüren hırsız daha da panikliyor ve girdiği pencereye doğru yöneliyor. Hırsızla dişe diş bir mücadeleye girişiyorsun, kendi evinin holünde. Kafanda bin bir soru işareti, maskenin ardındaki kim, nasıl biri, elinde ya da belinde bıçak mı var, silah mı var, neyi var, neyi yok bilmiyorsun. Boğazına yapıştığın ellerini gevşetiyorsun biraz, gevşetiyorsun ki kaçabilsin. O kendi gücüyle kurtuldum sanıyor, pencereye doğru can havliyle kendini atıyor ve camdan kedi gibi sokağa atlıyor. Arkasından koşup baktığında ise 3 kişi daha görüyorsun. Olduğun yere çöküyor, derin derin nefes almaya çalışıyorsun.
Diğer olaya geçelim:
Akşam uykuya dalmaya hazırlandığın vakitte hafiften bir yanık kokusu alıyorsun. Başta umursamıyorsun fakat koku giderek tazyikini arttırıyor, artık görmezden gelinemeyecek seviyeye ulaşıyor. Yorgun ve isteksizce kalkıp apartman boşluğuna baktığında zifiri dumanların her yanını kapladığını görüyorsun. Üzerinde pijama terlik demeden iniyorsun. İtfaiye, polis ve ambulans geliyor. Çatıda ne sebeple çıktığı belli olmayan yangın diğer binalara ve katlara sıçramadan söndürülüyor. Derin bir nefes alıyor evine giriyorsun fakat o da ne! Evin dakikalar içinde talan edilmiş ve bir miktar ziynet eşyan ile cep telefonun yok, çalınmış! Başını çaresizce ellerinin arasına alıp, olduğun yere çöküp kalıyorsun.
Soğumadan devam edelim:
İnternetten tanıştığın malum kadınlardan biri ile kendi kesene göre uygun bir meblağ üzerinden anlaşıyorsun. Bir adres veriyor. Adres günlük kiralık evlerden. İlk başta içine bir şüphe düşse de ne olabilir ki diyorsun. Kapıyı çalıyorsun, karşına örtünme ihtiyacını asgari düzeyde karşılamış bir kadın çıkıyor, içeri buyur ediyor. Sabırsızca dalıyorsun içeri fakat o da nesi, içeride bir erkek! ‘İşinin bitmesine beş dakika var canım, sen geç şöyle biraz soluklan!’ diyor kadın ve gönlünü alma bahanesiyle bir bardak yanına bir de su ile bir hap getiriveriyor. Hapı görünce içini bir şüphe kaplıyor. ‘İç şekerim iç, güç kuvvet yapar, sonra mahcup olma’ diyor kadın yılışık bir gülümseme ile Hapı içmeden yutmuş gibi yapıp suyu içiyorsun. Birkaç dakika sonra başın dönmeye başlıyor. Sonrası… Sonrası yok. Birkaç saat gözlerini huzursuz bir uykudan uyanmış gibi güç bela açmaya çalıştığında florasanın keskin ışığı gözlerini rahatsız ediyor. Bir müddet sonra ışığa alıştıktan sonra etrafını görmeye başlıyorsun ve daha da kötüsü kendini. Üzerindeki kıyafetleri gördüğünde gördüğünde ise az evvelki uykundan hiç uyanmamayı diliyorsun. Üzerinde sarı renkli parlak bir mini etek ve üzerinde dar bir bluz var. Karşısındaki adam da her açıdan, defalarca fotoğrafını çekiyor. İlk girişte suyu veren kadın üzerine bir hırka almış bu sefer. Her şeyin bir tezgâh olduğunu anlıyorsun ama artık çok geç. Telefonuna zaten el koyulmuş bir de üstüne para istiyorlar. Üzerinden çıkan 1000 liranın yetmeyeceğini, eğer biraz daha para getirmezsen fotoğrafları ailene ve yakın çevrene yayma konusunda tehdit ediyorlar. Tamam diyorsun, tamam ne isterseniz vereceğim yeter ki yaymayın… Kendine bin bir sövgü ile üzerini değiştirip o mel’un evi terk ediyorsun.
İşte böyle, küçük bir denemeyle muharririn ne kadar haklı olduğunu gördük. Alelade hayatımızın akışı içerisinde irili ufaklı ne hikâyeler cereyan ediyor. Tüm marifet Refik Halid’in de belirttiği gibi satır aralarına bakabilmekte !
Comments