‘ Söyle bakalım kim sefil bir kağıda karşı ’
Yunus Özyavuz
Yeni bir çalışmanın ilk yazısına yıllar öncesinin bir şarkı sözüyle başlamanın hikmeti nedir bilmiyorum.
Halihazırda arka fonda 2004-2005 yıllarında sıklıkla dinlediğim ‘Günlerim Ağlak’ isimli parça çalmakta. Bir koku ile yıllar öncesine gittiğimiz gibi bazen bir şarkı bir melodi bir nakaratla da geçmişe gitmek ve orada bir süre demir atmak mümkün.
Bu depresif melodilerle ergenliğin tüm duygusal iniş çıkışlarını yaşadığım o tuhaf günlerden kesitlerin art arda geldiği bir akşam oluyor.
‘Hiçbir şey bulamazsam 06.45 vapurunun 5 dakika geç kalışını yazarım.’ diyen O yazarın kulaklarını çınlatarak, kulağımızda yoğun bir müzikal destekle satırlarımızı ilerletelim.
‘Günlerim ağlak, sabrın sonu selamete varsa da faydası yok Gözlerim sağanak, varsın sözüm olsun, gülücük, merhamet olmasın Defterim sığınak, yazdıklarım ayrılık, damarımda kan bitmiş Günlerim ağlak, sağlıcakla kal, benden uzak dur, yakın olma!’
Bazı anlar, bazı zamanlar vardır. Yüreğinizin tazelendiği, nabzınızın daha bir canlı attığı, gözlerinize ışıltının katıldığı bazı anlar, bazı zamanlar. Sık yaşamayız, geldiğimizde ise eğer şanslıysak -tıpkı benim şu an olduğum gibi- kâğıt ve kalemin başındayızdır. Tutar göğsümüzün derinliklerine çekeriz o anı.
Şimdi sıra dert satırlarına gelsin.
Bir şair olamadım. Bir yazar da belki. Dizelerim dolaşmadı dilden dile. Kitaplarım dolaşmadı elden ele. Ama bir şiirin etkisine girme, orada kendine ayrı bir dünya inşa etme lüksüne sunuldu bana. Geri çevirmedim. Şiirin o mesut avlusunun ne içine adım atabildim, doyarak, kanarak koşturmak üzere. Ne de uzak duramadım bu dünyanın en özel bahçesinden. Benim durumum araftaki bir kişinin durumuma benzerdi. Son yıllarda ise biraz daha yakın hissediyorum bu bahçeye kendimi. Evet, şiirim yok. Kitap olacak öyküm yok dahası öyküm de yok. Bunu en içten duygularımla söylüyorum fakat bir şeyim var: umudum. Bir de çalışmanın hakkının bu dünyada hızlıca tazmin edilebileceğine dair güçlü bir inancım. İnsana çalıştığından gayrısı yoktur minvalinden o ulu öğretiyi taç yapıp başımda taşıyorum. Nasıl taşımam. Beni umutla dolduran, belki hayata yeniden bağlayan tılsımlı bir cümledir o. Aksi halde klasik döngüde ya kimliksiz, kişiliksiz ve depresif bir dişli olarak yok olup gideceğim. Ya da… İşte bu seçenek şimdilik inşa etmeye çalıştığım bir seçenek. Fakat bunun için şartların olgunlaşmasını beklemeyi ya da birinin beni sırtımdan iterek denize atmasını beklemeyeceğim artık. Bunun sonsuza kadar sürebilecek bir bekleyiş olduğunun farkına varacak yaşlara ulaştım. Yeni, taze olarak adım attığım yeni yaşımda kaderimin sorumluluğunu almak suretiyle var olmayı ve var olmanın keyfini tadarak yaşamayı niyaz ediyorum. Temennimdir ve bunun için de en azından elimden geleni yapıyorum.
İş artık öyle bir noktaya geldi ki hakem eskisi Ahmet Çakar’ın deyişiyle ‘geri dönüşü olmayan bir yola girdik artık.’ Bir kere edebiyatla ‘zehirlenmişsek’ artık geri dönüşü olmuyor bu işin. Benim payıma düşen az evvelde söylediğim gibi arafta olmak. Nereden bakarsan bak zor bir durum.
Fakat bir yanıyla da kendimi suya atlayıp yüzmeye yakın hissediyorum. İnsan bir kaç damla kan, binbir endişe ve bir o kadar da umuttan doğan bir neşe…
コメント